21 Mart 2007 Çarşamba

Solun bağımsız aday hayali

(Bu yazı Radikal İki'nin 25.03.2007 tarihli sayısında yayınlanmıştır)


Radikal Gazetesi’nde Seyfettin Gürsel ile Ahmet İnsel’in yayınladığı ortak yazıda solun Meclis’te temsilini sağlayabilmek için bağımsız adaylarla seçime girilebileceği savunuldu. Yazıda buna yönelik çeşitli analizlere yer verildi. Seçim bölgelerine göre kaç seçmenle milletvekilliği çıkarılabileceği üzerine bazı senaryolar tartışıldı.

Teknik bir analiz niteliğindeki bu yazının çizdiği çerçeveye bakılacak olursa, evet, bağımsız adaylıkla seçim barajı engeline takılmadan milletvekili çıkarmak mümkün. Belki az sayıda ama yine de çıkarmak mümkün.

Ama çok zor. Kanımca, kayda değer bir sonuç almak neredeyse imkansız. Şimdi bunun nedenlerini tartışmaya çalışacağım.

Diyelim ki, bağımsız adaylık konusunda bir heyecan oluştu ve seçime doğru bağımsız adaylık için harekete geçildi. Bu bağımsız adayları kim belirleyecek ve nasıl belirlenecek? Öyle ya, bağımsız adayların alabileceği oy toplamı aşağı yukarı tahmin edilebildiğine göre, makul ve seçim bölgelerine göre hedeflenmiş adaylarla seçime girilmesi gerekir.

Dolayısıyla aday isimlerinin belirlenmesi aşamasında karmaşa yaşanacak. Bugün bağımsız adaylık konusunda heyecanlı davranan ve hararetle savunanlar, bu aşamada “benim adayım” bağımsız olsun diyerek diretmeye başlayacak. Bugün kendisini sol, sosyal demokrat, sosyalist olarak nitelendiren kişiler, gruplar ve topluluklar, siyasal düşünce ve hedeflerinin merkezine kendilerini oturttukları için uzlaşı noktasında zorlanacaklar. Solun “gerçek” temsilcisi olarak kendilerini gördükleri için önerilecek başkaca isimleri “solu temsil etmedikleri” gerekçesiyle reddedecekler. Başlangıçta heyecanla savunulan bağımsız adaylık fikri, bu kez ayrışma ve bu fikirden kaçışla sonuçlanacak. Ya bağımsız adaylıktan vazgeçilecek, ya da daha katı olanlar kendi bağımsız adaylarını ilan ederek, “ötekilerin” kendi adaylarına biat etmesini bekleyecek. Sonuç: Her seçim bölgesinde onlarca bağımsız adayın seçime katıldığı bir seçim yarışı yaşanacak... Bu birinci hüsran tablosu olacak...

İkincisine geçelim...

Her ne kadar bağımsız adaylık konusunda uzlaşı sağlansa dahi, birleşik oy pusulasına dahil olarak seçime katılacak her sol partinin varlığı bu bağımsız aday hareketini baltalayacak. Parti tabanlarından bağımsız adaylara yönelik destekler gelse ve bu yönde bir sempati oluşsa dahi, parti genel merkezlerinin izleyeceği strateji önem kazanacak. Parti olarak seçime girerek barajı aşamayacağını bilmenin derin ızdırabıyla, bağımsız adaylarla az da olsa Meclis’e girebilecek olmanın heyecanı arasında kalınacak. Ne kadar üstü örtülü biçimde bağımsız adaylara destek verilse de seçim günü partinin ismi ve logosu birleşik oy pusulasında yer aldığında seçmen çelişki yaşayacak. Kimi parti taraftarlarının eli bağımsız adayın pusulasına gitmeyecek ve mührü sempatizanı olduğu partinin altına basıp çıkacak.

Gelelim üçüncüsüne...

Bağımsız adayları desteklemesi olası olan bir kitle de DTP tabanı... Ve bu parti son olağanüstü kongrede aldığı kararla büyük bir sürpriz olmazsa kendi bağımsız adaylarıyla seçime girecek. Bu tercihle DTP’nin Doğu ve Güneydoğu illerinde 20-30 dolayında milletvekili çıkarabileceği konuşuluyor. DTP, batı illerinde ve büyükşehirler de nasıl bir tercihte bulunacak? Buralarda da kendi bağımsız adaylarını mı çıkaracak, yoksa sol adına gösterilecek bağımsız adayları mı destekleyecek? Hadi sol adına gösterilen bağımsız adayları destekleme kararı aldı, bu kez olasıdır ki birden fazla olacak olan hangi sol bağımsız adayı destekleyecek?

Karamsarlığınızın arttığının farkındayım...

Şimdi sırada dördüncüsü...

Bağımsız adaylarla da olsa bir seçime girildiğine göre, bir kampanya yürütmek gerekecek. Kampanya ise para ve organizasyon demek. Bağımsız adayların bu kampanyalarını finanse etmek için nasıl para toplanacak? Diyelim paralar da toplanabiliyor, organizasyon nasıl gerçekleştirilecek? Bunların yanı sıra, bağımsız olarak ve sol adına da olsa kampanya boyunca destek istenen kesimlere yönelik bir bağımsız siyasal program, öneri, artık adına ne denirse bir söylem geliştirmek gerekecek. Bu söylem, bir umut, gelecek vaadeden bir öneri mi olacak, yoksa CHP’yi, Baykal’ı eleştiren bir dil mi olacak? Birden fazla bağımsız adayların seçime girmesi durumunda, birbirleri lehine çekilmedikleri için bu kez kampanya süresince bu bağımsız adaylar esas yarışmaları gereken partileri bir kenara bırakarak birbirlerini suçlama başlayacak. “Solcular” bir kez daha topluma “bakın solcular işte bunlar” mesajı taşıyacak ve bağımsız adaylara sempatiyle yaklaşabilecek seçmen de uzaklaştırılacak.

Beşincisi ise teknik bir gerçeklik...

Seçimde sandıklar nasıl denetlenecek? Her seçim döneminin ardından gazete sayfalarını çöplüklerden toplanan oy pusulası haberleri kapladığına göre Türkiye gibi bir ülkede sandık denetimi çok önemli. Her sandık nasıl denetlenecek? Son yapılan yasa değişikliğiyle bağımsız adayların birleşik oy pusulasının sonunda yer alması kararlaştırıldı. Bu bilinçli(en azından okuma yazma bilen) seçmenlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde avantajlı bir durum bile yaratabilir. Ancak, haziran ya da eylül gibi aylarda bir erken seçime gidilmesi durumunda, Anayasa gereği bağımsızların pusulaları birleşik oy pusulalarından ayrı olacağı için bu oy pusulaların oy verme yerlerinde denetimi nasıl gerçekleştirilecek? Malum, partiler seçim kurullarına sandık görevlileri tayin ederek bu denetimi önemli ölçüde gerçekleştirebiliyor. Kötü niyetli(bağımsız aday oy pusulalarını saklama) ya da kötü niyetli olmayan (oy verme yerinde yeterli oy pusulasının bulundurulamaması) durumları nasıl kontrol altında tutulacak?

En önemlisini ise en sona sakladım...

Eğer önemli bir simge değilseniz (Mehmet Ağar gibi), şayet arkanıza bir aşiret, tarikat, cemaat gibi sosyolojik toplulukları almamışsanız Türk seçmeni her zaman için bağımsız adaylara mesafeli durmuş ve ciddiye almamıştır. “Bağımsız seçilse ne olacak ki, ne yapabilir ki?” fikriyle zuhur eden bu gerçeklik aynı zamanda seçmenin her zaman için güçlünün yanında yer alma arzusuyla ya da bilinçaltıyla hareket ettiğini onca seçimle bize test ettirmiştir. Önümüzdeki ilk seçimde de bunun yeni bir sağlaması yapılacaktır.

Genel sonuç: Seyfettin Gürsel ve Ahmet İnsel’in önerisi son derece iyi niyetli, ancak kanımca bir niyet olmaktan öteye sonuç doğuramayacak. Açık ki, tüm bu öneriler, solun içinde bulunduğu karamsarlık tablosunu kırmaya yönelik. Benim önerim ise, Türk demokrasi tarihinden yararlanarak, Türkiye toplumunu ve siyasetini iyi analiz ederek, geniş kitleleri ikna edebilecek, heyecan yaratacak bir siyasal programı ortaya çıkarmak; bu yöndeki uğraşlara, girişimlere devam etmek. Gelecek ve umut vaadeden bu siyasal programı taşıyacak yeni kadroları, gençleri, kadınları bu coşkulu projeye katmak. Tek çıkış yolu bu ve bence buna yönelik işaretler toplumun derinliklerinden geliyor. Ben umutluyum...

20 Mart 2007 Salı

Uzanlaşan siyaset

Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu, pazar günü Tokat’ta katıldığı partisinin il kongresinde “kesenin ağzını açmış.”

Mumcu, ''İlan ediyorum. Türkiye'deki bütün çiftçi ailelerine, nüfusuna göre her ay maaş biçiminde ödenmek üzere asgari geçim desteği vereceğiz. Bütün Türkiye de duysun. Eğer vermezsem de gelsin yakamdan tutsun, hesap sorsun. Vermeyen namerttir, vereceğiz'' demiş.

Malum, bir süredir Genç Parti de başta televizyonlar olmak üzere yazılı ve görsel medyaya verdiği reklamlarla benzer bir politika izliyor. Cem Uzan’ın fotoğraf ve imzasını taşıyan reklamlarda "Mazotun litresi 1 YTL olacak”, “ÖSS kalkacak”, “İşsize aylık 350 YTL maaş verilecek”, “Ezilenler iktidar olacak” şeklinde halkın doğrudan damarına basan sloganlar kullanılıyor.

Anlaşılan, Mumcu, merkez sağda birlik girişimlerinden ve gazetelere yansıyan anketlerin yarattığı karamsarlıktan çıkış yolunu Genç Partileleşmekte bulmuş. Ne denebilir, kendisine, partisine ve parti içinde kendisine umut bağlamış olanlara hayırlı olsun!

Bu stratejinin partisine bir yararı olur mu? 2002 seçiminde GP’nin topladığı oya bakılırsa bu olasılığın olduğu varsayılabilir. Bunun için bazı gerekçeler var:

1 - Halk hala yılgın biçimde temel sorunlarının çözümünü bekliyor.

2 - İşsizlik hala çok büyük sorun.

3 - İş bulma şansına kavuşmuş olanlar ise ancak açlık sınırında yaşam mücadelesi veriyor.

4 - AKP’nin karşısında halka umut vaadedecek bir siyasal projeye sahip bir alternatif parti hala ortalıkta gözükmüyor.

Ülkenin gerçek sorunları karşısında, gerçek politikalar üretip, bunları halka sunma konusunda vizyon ve cesarete sahip olamayan parti ve liderler için bir çıkış yolu gerekiyor. AKP’den ayrılarak Anavatan’ın liderliğine soyunan Mumcu da, aylar sonra yapılacak genel seçimde kaybolup gideceğinin ayrımına vardığı için çareyi Uzanlanlaşmakta bulduğu anlaşılıyor.

Haliyle Türkiye gibi ekonomik, siyasal ve toplumsal yapısı bu kadar karmaşıklaşmış bir yapıda, popülist, marjinal bir siyasal duruşla toplumun en yoksul ve yoksunlarından destek arayabilirsiniz. Ancak GP’yle aynı alanda at oynatan Mumcu, Uzan gibi sonuca gidemeyebilir. Bunun da gerekçeleri var:

1 - GP’ye destek veren toplum kesimi toplumun en alt kesimlerinde yer alan yüzbinler. Dışlanmışlar ve çok öfkeliler. Uzan'ın mitinglerde, televizyon reklamlarındaki öfkeli konuşmalarıyla bu kesimler kendi öfkelerinin haykırıldığını düşünüyorlar. Şimdi yine Uzan bu öfkenin sesi olmak üzere meydanlara çıkmaya hazır.

2 - Uzan bir kavganın içinde ve taraf. Kavga ettiği kişiler ve kesimler iktidarı, gücü temsil ediyor. Kavgasıyla Uzan, bu iktidar ve güce başkaldırıyor. Toplumun en altındaki kesimler de, bu iktidar ve güce karşı başkaldırmaya hazır ve bunun en görünür ve temas edilebilir temsilcisi olarak Uzan’ı görüyor. Uzan’ı desteklemekle iktidarı ve gücü cezalandıracaklarını düşünüyorlar. En büyük güç olan ABD’yi ve onun bir şirketini(Motorola) dolandırmış olmak bile bu cezalandırma psikolojisi içinde toplumsal karşılık buluyor.

3 - Cem Uzan, şirketlerine el konmuş bir kişi. Yani toplumun gözünde mağdur. Uzan ortalık yerde "mazotu 1 YTL yapacağını", "ÖSS’yi kaldıracağını", "işsize 350 YTL maaş vereceğini" ve “ezilenleri iktidara taşıyacağını” söylerken “üzerine gidilmesi” ve onun şirketlerine el konulması yüzbinlerin kendi mağduriyetleriyle özdeşlik kurmasına neden oluyor.

4 - Genç Parti ve Cem Uzan, yeni, denenmemiş bir parti ve lider.

Bu gerekçeler belki biraz daha uzatılabilir. Ancak ne kadar uzatırsanız uzatın varacağınız ana fikir kanımca şu: Cem Uzan bir imge. Yoksul ve yoksun milyonlar için gerçekliğin ne olduğu önemli değil. Uzan, çizdiği profille bir başkaldırışın imgesi ve Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde de imge şöyle açıklanıyor: Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, hayal, hülya.

Şimdi, bu tabloya rağmen, Mumcu, Uzanlaşarak ne elde edebilir?

Eğer Mumcu da toplumun en yoksul ve yoksunlarına seslenmek istiyorsa sorular şunlar: 1 - Mumcu, hangi öfkeyi temsil ediyor? 2 - Mumcu’nun bir kavgası var mı ve hangi tarafı temsil ediyor? 3 - Mumcu’nun toplum nezdinde bir imgesi var mı?

Bu soruların yanıtlarının Mumcu için pek iç açıcı olduğu kanısında değilim. Ne sesini yükselterek, sert sözcükler kullanması bir öfkeye işaret, ne bir kavgası var ne de geniş kitlelerin zihninde özlenen bir şeyi gerçekleştirecek bir imge yaratabilmiş durumda.

Malum, aslı varken sahtesini kim, niye tercih etsin?

“Çiftçilere her ay maaş vereceğim. Vermeyen namarerttir, vereceğiz” diyerek yemin ediyor Mumcu, ama bu çıkışı bir siyasal çırpınıştan öteye gitmiyor; bir etki de yaratmıyor. Eğer ille de Mumcu için de bir imge yaratılacaksa o da “Milletvekili seçildiği ve bakanlığını yaptığı partiye(AKP) ihanet etmiş bir kişi” olabilir. Söylemi de, duruşu da, hal ve hareketleri de, siyaset yolu da, inandırıcı değil.

Nedense, Mumcu’yla ilgili bu satırları yazarken, MHP’yle milliyetçilik yarışına girişen CHP ve lideri Deniz Baykal geldi aklıma. Şimdi, en milliyetçi liderin kendisi olduğunu ispatlama yarışına giren Baykal’ın da seçimlere yakın “herkese maaş” sözü vermesini bekliyorum. Asıl merak ettiğim ise bir adım öne geçip, “herkese ikramiye de dağıtıp dağıtmayacağı.”

Bu haliyle Genç Partileleşen siyaset, bir yönüyle 2002’nin tasfiye artıklarını da işaret ederken, bir yönüyle de siyasal program üretmek yerine içi boş vaat kolaycılığına gömülen partilerin varlığıyla siyasal alandaki boşluğun da ne derece derinleştiğini gösteriyor.