12 Mart 2007 Pazartesi

Halk ittifak değil, iltifat bekliyor

Yeni bir seçimin arifesindeyiz. Her seçim öncesi olduğu gibi sağda ve solda ittifak arayışları, birlik arayışları hızlanmış durumda.

Gazete köşelerinde ittifak kulislerine ilişkin yazılardan geçilmiyor. Kim kiminle hangi otelde buluştu, hangi pazarlıklar gündeme geldi, spekülasyonların ardı arkası kesilmiyor.

Kurulduktan bir yıl sonra tek başına iktidar olmayı başaran AKP’nin en geç 8 ay sonra yapılacak genel seçimin de en büyük favorisinin olduğunun anlaşılması DYP, Anavatan, Bahçeli’nin liderliğindeki MHP’nin keyfini kaçırmış durumda. Açıkçası, bu üç partinin de AKP’ye karşı ciddi bir iktidar alternatifi olma derdinden çok yüzde 10’luk seçim barajını aşma telaşı içinde oldukları gözleniyor. Her ne kadar Süleyman Demirel, cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra partiler arasında birlik arayışının hızlanacağını savunsa da, lider hareketi niteliğindeki bu partilerin bir araya gelmesi neredeyse imkansız.

Aslında merkez soldaki tablo da pek farklı değil. Merkez sağa açılımı ve milliyetçilikle ilgili tutumuyla artık sol kimliği ciddi anlamda tartışılan CHP’nin her şeye karşın yeniden Meclis’e gireceği anlaşılıyor. Yüzde 18 mi, yoksa yüzde 12-13’le mi Meclis’e gireceği tartışmalı.

Soldaki öteki partilerin (DSP, SHP, ÖDP) anketlere yansıyan oy oranlarına bakıldığında ise (yüzde 1-3 arasında değişiyor) işlerinin oldukça zor olduğu gözleniyor.

Her ne kadar, CHP’nin ismi de anılsa bugünlerde özellikle merkez sol partiler arasında ittifak arayışları hızlanmış durumda. Eskiden bu tip girişimler “birleşme” arayışı olarak anılırdı. Ancak artık birleşmenin mümkün olmadığını herkes anladı. Birleşme gibi üretilen tabloların da esasında zorla yan yana gelme olduğu anlaşıldı ve inandırıcılığı kamuoyu nezdinde artık kalmadı.

Ankara’da ve öteki illerde şimdi partilerin temsilcileri toplantılar düzenleyerek, ittifak arayışlarını sürdürüyorlar. Tabii, her parti bu arayışlarda kendisini merkeze oturtarak ötekilerinin kendisine uymasını hedeflediği için görüşmeleri bir dertleşme toplantısından öteye geçemiyor.

Özünde, birer lider partisi ve bu liderin çevresinde yer tutanların bir siyasi kariyer arayışında olduğu bu partilerin, “Aldım, verdim, ben seni yendim” kıvamındaki arayışlarının da bir siyasi sonuç doğurması mümkün değil.

Bu partileri bir birinden ayıran temel siyasi farklılıkların neler olduğunu bilmediğimiz gibi, bir ittifak etrafında birleştirecek olan siyasi yakınlığın da neler olduğunu bilmiyoruz. Net bildiğimiz, SHP’nin Murat Karayalçın’ın partisi, DSP’nin Ecevit’lerin partisi olduğudur (Genel Başkanı Zeki Sezer kamuoyunca bilinmiyor bile). Göreceli olarak bir nebze fikri hareket olan ÖDP’nin ise kamuoyuna bir lider taktim etme gibi gayesinin olmadığını gözlüyoruz.

Aslında AKP’nin merkez sağı doldurduğu kabul edilirse, gerçek boşluğun merkez solda yaşandığı açıkça gözleniyor. CHP’nin artık tarihsel ve Deniz Baykal etkenleri nedeniyle bir merkez sol parti olmadığı ve bundan sonra da Baykal’la ya da Baykalsız merkez sol bir parti olamayacağı görülüyor.

Buna karşılık CHP’nin boşalttığı sola talip olması gereken DSP, SHP, ÖDP gibi partiler de aritmetik arayışlarla bir siyasi güç ve siyasi sonuç yaratamazlar. Bu partilerin yaşadıkları siyasi kimlik krizi, toplum karşısında inandırıcılıklarını da zayıflatıyor. Bu nedenle değil bu üç partiyi bir ittifakla yan yana getirmeyi, benzer 33 parti olsa ve bunları ittifakla biraraya getirseniz de sonuç alınamaz.

Kendi lider ve kadrolarının entelektüel birikimlerinden beslenen ve kendi duruşlarının mutlaklığına inanan bu partiler, bir parti olmakla birlikte toplumsal kesimlere yaslanan ve onlarla aidiyetlik bağı kuran birer siyasi hareket değil. Ve bunu başarmak için de bir siyasi programa ve geniş parti kadrolarına, organizasyonuna da sahip değiller. Bu partiler tüm umutlarını ve enerjilerini, liderlerinin yaratacağı siyasi etkiye bağlamış durumdalar.

Bu nedenle, bugün bu yapıda kendisini merkez solda gören 33 parti bile olsa kanımca gerçek bir sol parti kurmak için 34’üncünün arayışına hemen başlanmalıdır. İşin özü bu rakamlarda değil, bu rakamların içini doldurmayı başarmakta.

Öncelikli olarak toplumun karşısına oturarak kendisini bir fikri hareket olarak tanıtma ve buradan bir toplumsal destek arama girişimlerini bir kenara bırakmak gerekiyor. Ülkenin ve toplumun en önemli sorunlarının yanından teğet geçerek siyaset üretilemez. Güvenlik, adalet, işsizlik başta olmak üzere ekonomik sorunlar, eğitim, sağlık, Kürt sorunu, dış politika, Kıbrıs sorunu, din-devlet ilişkileri(laiklik), devlet-yurttaş ilişkileri, yeni anayasa gibi geniş kitlerin temel sorunlarıyla ilgili yeni, güçlü, inandırıcı bir siyasal program ortaya çıkarmadan ve ortaya çıkacak bu siyasal programı heyecanla sahiplenecek coşkulu kadrolara ulaşmadan artık siyaset yapılamaz.

2002 seçimiyle birlikte yeni bir döneme girildi. Özgürlük, adalet ve demokrasi isteminde artık AKP‘nin gerisine düşerek siyaset sahnesinde var olunamaz.

Türkiye’nin 57 yıllık çok partili siyaset tecrübesi artık yeni bir kavşağa gelmiş durumda. Siyasete öncülük edecek kadroların farkına varması gereken en önemli ayraç, halk artık kendisini temsil edecek partileri aramıyor, aynı zamanda bizzat siyaset üretmek, siyasetin içinde yer almak istiyor. Ekonomik sistem içinde varlıklarını her geçen gün hissettiren ve yeni talepleri olan KOBİ’ler; 2001 krizinden sonra şeffaf, kuralları belli bir ekonomik sistem içinde üretime katılmak isteyen büyük sermayenin de demokrasi taleplerini yükseltmeye başlaması; daha örgütlü hareket eden esnaf; giderek organize olan ve büyük firmalarla ekonomik bağ kurmaya başlayan çiftçiler; tüm yetersizliklere rağmen eğitim seviyesi hızla yükselen milyonlarca genç, kozasını yırtan ve yaşamın her alanında yer almak isteyen kadınlar, artık kendileri adına sözler söylenmesini değil, bizzat kendi sözlerini söylemek istiyorlar. Toplum artık bireysel inançlarına saygı gösterilmesini istiyor.

Halk artık korkutulmak istemiyor; kendisine gelecek, umut vaat eden politikaları görmek, onların içinde yer almak ve geleceği bizzat kendisi yaratmak istiyor.

Tüm bunları yok sayarak, “sen benim yanıma gel, ben onunla birlikte olmam” tonundaki ittifak arayışlarıyla siyaseten sonucu gitmek artık imkansız olduğu gibi, bu yöndeki olası uzlaşılarının da toplum nezdinde karşılığı yok. Çünkü toplum, siyaset sahnesine çıkanlardan artık ittifak değil, iltifat bekliyor.