9 Nisan 2007 Pazartesi

Solun bağımsız aday hayali-2


Olmayacak duaya amin demek!


Türkiye'de kendisini "sol"da gören ya da sol adına arayışta olanların anlaşılan son gözde tartışma konusu "bağımsız adaylık" oldu. Bunu gündeme getiren ilk isimler Radikal’de yayınladıkları ortak yazıyla Seyfettin Gürsel ve Ahmet İnsel’di. Can Dündar, Rıdvan Akar, Mümtaz'er Türköne gibi bazı gazeteci ve yazarlar da günlük yazılarıyla bu tartışmaya katıldılar. İnsel, geçen hafta Radikal İki’de yayınlanan “Bağımsız sol adaylar Meclis’e” başlıklı yazısıyla önerisinde ısrarcı olduğunu gösterdi.

Radikal İki’nin iki hafta önceki sayısında Gürsel-İnsel ortak önerisine yönelik, adayların belirlenmesi, kampanyanın yürütülmesi, sandıkların denetlenmesi gibi zorluklara işaret eden bir değerlendirme yapmıştım. Açıkçası, böyle bir zorluğun "teknik" ve "siyasal" olmak üzere iki boyutu olduğu düşüncesindeyim. Bu tartışmaları takip edenlerce kolayca anımsanacak olan ve ilk yazımda dile getirdiğim "teknik" zorlukların ayrıntılarını burada tekrarlamayacağım. Kaldı ki, İnsel’in Radikal İki’deki son yazısı da, artık bu tartışmanın özünün "teknik" boyutu aşan bir nitelik kazandığına işaret ediyor.

Belki de böyle olması da yararlı. Çünkü, yaşanan esas sorun solda "partiler arasında ittifak yapmak, birleşme sağlamak, bağımsız adaylarla Meclis’te yer almak" gibi teknik bir ihtiyacı aşan boyut taşıyor.

İnsel’in son yazısına bir bütün olarak bakıldığında da, her ne kadar Meclis’e bağımsız olarak girecek "sol" adayların "Parlamento’da solun sözünü söyleyebilmesine" yol açacağı savunulsa da, yazı içerisinde İnsel’in "gerçek sıkıntısının", "hangi sol, nasıl bir sol" sorusuna derli toplu bir çerçeve çizememek olduğu kolayca anlaşılıyor.

Solun varlığını "seçim barajını aşmak ya da aşamamak" üzerine kurgulamak ve solun yaşadığı tıkanmayı aşabilmek için bağımsız adaylık üzerinden bir denemeye girişmek, bize solun ne derece acz içinde olduğunu ve fikirsel daralmaya uğradığını gösteriyor.

Elbette seçim barajının yüksekliğinden ve demokratik temsiliyet eksikliğinden şikayet edilebilir. Bu, çevre, kadın gibi sorunlar üzerine odaklanmış hareketlerin siyaseten temsiliyetinin sağlanması için çokça anlamlı olabilir; ancak ne kadar yüksek olursa olsun seçim barajının yüksekliğini solun temsiliyetinin önündeki engel olarak görüp "aperatif" çözümler geliştirmeye çalışmak olsa olsa "sol"un topluma önereceği derli toplu bir siyasetinin olmadığının dramatik ispatıdır.

Bir takım olasılıkların altına sığınıp, "sol" sözcüğünü sorunun üzerini örten bir şal gibi kullanarak alacağınız yol, ancak çözüm olacağını sandığınız eylemin gerçekleşeceği ana kadardır.

İnsel’in de özetlediği gibi YDH, ÖDP, YTP gibi parti girişimleriyle sol adına yaşanan ve yaşatılan hüsranın bir benzerinin bu kez isim koymadan ve adına "bağımsız" denerek yeni bir teknik denemeyle aşılabileceğini düşünmek, aynı zamanda bize bu girişimlerin neden hüsranla sonuçlandığının analiz edilemediğini gösteriyor.

Bu başarısızlıklar aynı zamanda bize sol adına düşünen aydınların entelektüel birikimleriyle yarattıkları "kurgusal gerçeklikle", "toplumsal gerçeklik" arasındaki derin uçurumu da işaret ediyor.

Bağımsız adaylık için "solun temel hak ve özgürlükler, iktisadi ve sosyal alanda dayanışma, siyasal ve kültürel alanda eşitlik" gibi sola atfedilen asgari ilkeler platformunda uzlaşma önerilirken, seçim meydanlarına çıkıldığında ortalığı "Kıbrıs’ı sattın mı satmadın mı; AB bizi istiyor mu istemiyor mu, Kuzey Irak’a girelim mi girmeyelim mi; türban serbest bırakılırsa şeriat gelir mi gelmez mi, Halbank satılsın mı satılmasın mı" tartışmaları kapladığında her halde bağımsız adayların seçmenlere söyleyecek bir çift sözü olacaktır; olmalıdır da...

Ancak, İnsel’in yazdığı gibi, “Bağımsız sol adaylardan esas beklenen, bugüne kadar solun söylediklerini tekrarlamak değil, onun ötesinde günümüz Türkiye toplumunun başına bir kabus gibi çöken bu milliyetçi akıl tutulması karşısında güçlü ve kararlı bir duruşu hayata geçirmektir” dediğinizde, bu “güçlü ve kararlı duruşu hayata geçirecek” somut siyasal dilin ne olduğunu ele avuca sığar biçimde göstermeniz gerekir.

Girişimin özünü getirip milliyetçiliğe karşı bir duruş, cehpe oluşturmaya yığdığınızda bence bağımsız adaylık gibi bir uğraş verip Meclis’e girmeye çalışmanın da hiçbir anlamı yok. Bağımsız adaylık için destek çağrısında bulunduğunuz “dernekler, meslek birlikleri ve sendikalarla” bir “sivil platform” oluşturmak daha gerçekçi ve daha sonuç alıcı olabilir. Üstelik salt bağımsız sol adayların üzerine yıkacağınız milliyetçiliğe karşı duruş görevi, “sivil platform” kanalıyla kendisini “sol” sözcüğüyle nitelemeyen, liberal, demokrat gibi daha geniş kitlelerden bulacağı destekle daha etkin yerine getirmek de pek ala mümkündür.

Siyasal bir proje ürüterek toplumun karşısına çıkma iddiasını bir kenara bırakarak, arttığı düşünülen milliyetçilikten duyulan kaygıyla büzüşen bir siyasal odaklanmayla çıkılacak yolun sonunda böyle bir girişimin “yeni bir sol platformun doğuşuna ebelik yapmasını” beklemek inandırıcılığa sahip dayanaklardan yoksundur.

Parlamento’ya 5,10,15 kişiyi bağımsız olarak seçip göndermenin ve isimlerinin önüne "İstanbul Milletvekili, İzmir Milletvekili" gibi sıfatları eklemenin sol adına ne tür bir yenilik yaratacağı, ön açacağı da tam bir muammadır. İnsel’inde anlaşılan bu konuda net bir görüşü yok ki, "İleride yeni bir sol hareket oluşacaksa, hiç olmazsa ondan önce ortalığın süpürülmesine yarayacaktır" diyor. Bu süpürme işlemini bir zor kullanarak değil de, sol adına üretilecek politikalarla gerçekleşeceği varsayıldığına göre, bunun Meclis’e girmeden önce yapılmasının önündeki engelin ne olduğunun yanıtlanması gerekir. Ya da Meclis’e bağımsız adayların girmesiyle bir anda sihirli bir el değmişçesine “işte gerçek sol bu” dedirtecek politikaların halkın gündemine getirileceğinin bugünden somut işaretleri nelerdir?

Bugün sol yelpaze içinde anılan, SHP, DSP ve 10 Aralık Hareketi’nin ittifak görüşmeleri içerisinde kendini ele veren tartışmalara bakmak bile, solun içinde bulunduğu halin bir türlü çıkışın bulunamadığı labirentin içinde dolaşmaya benzediğini göstermeye yeterlidir. Kapı aralarından dışarıya sızan “Kürt sorunu mu desek, Güneydoğu meselesi mi” sözleriyle terennüm eden bu ayrışmada gözüktüğü gibi dirsek teması mesafede duranları, bağımsız adaylık tanımlamasıyla özünde yeni bir özgün ittifak zeminine çağırdığınızda nasıl olacak da aynı heyecanları, beklentileri paylaşacak insanlar haline getireceğiniz de bir başka bilmecedir...

Eğer hali hazırda kendisini sola ait görenleri(aday olacaklar ya da seçecek olanları), bu kimliklerinden arınarak ya da yalıtarak, bağımsız adaylık girişimi adına yeni bir tutum içerisine girebileceklerini tasavvur ediyorsanız fena halde yanılıyorsunuz.

Sol adına bağımsız adayların seçilebileceği yönünde güçlü bir inancı vurgularken, aynı zamanda bu bağımsız adayları destekleyebilecek olan tabanı oluşturan kesimlerin "sol ve solcu olmak" konusundaki derin bunalımıyla bu sürecin nasıl olgunlaştırılıp geliştirileceği büyük bir soru işaretidir.

Bağımsız adaylık için yola çıkıldığında "merkezi ve yerel girişim komitelerinin" atacağı ilk adımdan itibaren bu karmaşa gelip sizi bulacaktır.

En ırkçı tavırlar sergiyenlerin bunu komünist kimlikle yaptığı, sosyal demokrat olduğu sanılanların ülkenin çimentosunun milliyetçilik olduğunu ilan ettiği, demokratik solcu olarak kendisine yer tutanların "Hepimiz Ermeniyiz" diye seslenince tüylerinin diken diken olduğu, solculuğun yalnızca Kemalist olmaktan ya da Kürt hareketinin peşine takılmaktan geçtiğinin sanıldığı bir siyasal realite ortamında, siz ne kadar "solun belli başlı ilkelerini içeren siyasal platform oluşturmaya" çalışırsanız çalışın, karşılaşacağınız ilk Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, türban sorunu, asker-sivil ilişkisi hatta özelleştirmeler gibi alt temalar gündeme alındığında bağımsız adaylık için size yaklaşanların nasıl bir anda kaçıştıklarına tanık olacaksınız.

Her şeyi bir şal gibi örten sol sözcüğünün altına sığınarak harcanacak onca emek ve enerjinin ardından, "olsun, güzel bir denemeydi" diyebilecek kadar geniş bir hoşgörüye sahip değilseniz, geriye size 1995 YDH’sının, 1999 ÖDP’sinin yarattığı derin hayal kırıklığının bir benzerinden başka bir şey kalmayacak.

Burada, İnsel’in yazısıyla da aktarılan ve dikkatlerden kaçmaması gereken bir başka önemli noktaya daha değinmeden geçemeyeceğim. Yanılınan noktalardan birisi de “seçim sisteminin solun marjinalleşmesine” yol açtığına yönelik inanıştır. Bu da, tarihi yüzleşmeden kaçınanların kendi güçsüzlüklerine yönelik geliştirdikleri savunma mekanizmasından başka bir şey değildir. Solu marjinalleştiren özünde siyaseten kurumasıdır. Esas baraj yasa maddelerinde yer alan rakamda değil, sol adına düşünen, siyaset yapanların bir türlü aşmayı başaramadıkları zihin ve ruh dünyasının içindedir. Türkiye toplumunu, değerlerini, geçmişini, geleceğini iyi kavrayamayan, beklentilerini karşılayamayan, yurttaşların gündelik yaşamının içine giremeyen, onlarla temas edemeyen, birlikte bir yürüyüşe çıkamayan, tüm enerjisini entelektüel idealizminden alan ve bunu bir türlü aşamayan donuklaşmış yapının içindedir baraj.

Ne bağımsız adaylık konusunda girişim başlatmak isteyenleri karamsarlığa sevk etmek ve cesaretini kırmak gibi bir derdim var, ne de "kesinlikle bu girişim boş bir girişimdir" gibi bir iddiam... İtiraz ettiğim bu öneriyi ortaya atanların fikri arka planındaki solun yaşadığı tıkanıklığı seçilecek 3-5 bağımsız aday vasıtasıyla aşalabileceği yönündeki beklentileridir.

Çözüm, tıkanmayı aşamamamın psikolojik yükünü ara formüller üzerine yıkarak değil, behemehal sol adına ve Türkiye toplumunun sorunları üzerine somut çözüm önerileri geliştirmek ve vakit geçirmeden bunları halkla paylaşmaktan geçiyor.

Toplumu ikna edecek tutarlılıkta ve yeterlilikte bir siyasal program ortaya konulamadan, solu elle dokunur, gözle görünür, soluk alıp verilir bir hale getirmeden ve seçmenleri siyaseten ikna edecek bu programı taşıyacak coşkulu kadrolara ulaşılamadan başvurulacak her türlü deneme başarısızlıkla sonuçlanacaktır.

Sol adına hali hazırda partiler ve hareketler olsa dahi, mevcut halleriyle toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak bir siyasal program ve organizasyon ortaya çıkaramamışlarsa bir an önce yeni bir siyasi yapı oluşturmak için harekete geçmek gerekir. Sol adına görünür, 3, 5 10 parti ve grubun olması ne solun dağınıklığına işarettir, ne de bu partilerin matematik toplamının solu yaratmaya yeteceği garantidir. İsterse sol adına kurulacak 15. parti olsun; hiç önemli değil. Toplum, aidiyetlik kuracağı siyasal hareketi yakaladığı an her türlü barajı yıkarak akın edecektir.

Tüm bunların ardından insan sormadan edemiyor: Acaba, olası başarısızlıkları çok yüksek olan girişimleri bugünden işaret etmek mi, yoksa şimdiden “olmayacak duaya amin demek” mi dayatılan kadere teslim olmak?