4 Şubat 2007 Pazar

SÖZLERİNİZ ÇOK ÇİRKİN!

“Bu kullandığınız ifadeler çok çirkin.”

Başbakan Erdoğan, partisinin MKYK Üyesi Ayşe Böhürleri böyle azarlamış.

Peki ne demiş, parti yöneticisi Böhürler:

“Biz daha fazla demokrasi ve özgürlükler için buradayız. Ama son söylemlerinizde milliyetçiliğe daha çok kaçıyorsunuz.”

Erdoğan ne yanıt veriyor: Sözleriniz çok çirkin!

Çirkin olan ne, ‘özgürlükleri savunmak yerine milliyetçilik söylemini kullanmakla’ eleştirilmek.

Peki bu sözü söylemek yerine ne yapmalıydı Böhürler? Tabii ki parti içindeki birçokları gibi, “padişahım çok yaşa, liderimiz çok yaşa” fikri ve duygularıyla itaatkarlığında kusur etmemeliydi. Bunu başaramıyorsa en azından susma ‘erdemini’ göstermeliydi. Liderinden zaman zaman farklı düşünse de susmalıydı.

Oysa Böhürler konuştu: Söylemleriniz çok milliyetçi, dedi.

Yanıt: İfadeniz çirkin!

Biz de böyledir işte; lider, şahsında en doğru aklı temsil ettiğini kabul ettiği ve kabul ettirmek istediği için parti içinden ve dışından eleştiriye tahammül edemez. Eğer o bir liderse, partililer, hele üst düzey bir parti yöneticisi, liderini övmeliydi. Ne de olsa O’nu seçerek o göreve atayan da kendisiydi.

Bizim siyasal kültürümüzde lider eleştirilmez. Lidere “yanlış bir şeyler yapıyorsunuz” demek, O’nun mutlak otorite ve gücünü yapılan bir saldırı olarak algılanır.

Partinin mutlak kurucu ve ‘müteahhiti’dir lider. Kamuoyuna yansıyacak şekilde liderin hal ve hareketlerinin eleştirilmesi, lideri ve partiyi zayıflatıcı bir unsur olarak algılanır. Lidere yönelik eleştirilerin olası doğruluğu ya da yanlışlığı önemli değildir. Önemli olan bir eleştirinin kamuoyuyla paylaşılmasıdır, parti içinde liderin eleştirilebilir bir kişi olarak ön plana çıkarılmasıdır.

Genel olarak Türkiye’deki siyasal sisteme ve siyasal partilere bakıldığında bu tablo aynı özellikler gösterir. Yani partilerin sağda ya da solda olduğunu söylemesi kurdukları siyasi örgütlerin yapısını ve lider kültünü değiştirmez.

AKP, CHP, MHP, DYP ve diğerleri… Hepsinde mutlak liderin hakimiyeti vardır. Bu yalnızca tüm parti organizasyonu üzerinde mutlak söz sahibi kişi anlamında değil, aynı zamanda partinin politikalarının belirlenmesine de “teşmil” edilir

Siyasal parti bir bütün olarak tüm organizmasıyla, parti teşkilatları ve parti üyelerinin tümünün fikir ve duygularının katılımıyla siyaset üretmez. Lider ve hegomanyası altındaki kadroların ürettiği söz ve eylemleri, donuk bir biçimde tekrarlama ya da tartışmasız biçimde kabullenme mekanizmasıdır bugünkü siyasal parti yapıları.

Haliyle en yenilikçi, en heyecan verici partiler bile bir iki yıl içerisinde, en altından başlayarak sönükleşir, heyecanını kaybeder. Çünkü yaşam dinamiktir ve yurttaşların beklentileri canlılığını korur. Oysa toplumda heyecan dalgası yaratan liderin fikirleri, iktidarla taçlandıktan sonra donuklaşmaya başlar. İktidara taşındığına göre zaten doğruyu keşfetmiştir lider ve toplumun karşısına parti organizasyonunun bu fikri sabiti tekrarlayarak çıkmasını ister.

Toplum, yaşamın dinamizmi içerisinde sürekli yeni bir bilgi, duygu üretip her daim değişim yaşarken, lider, iktidarı koruma ve kullanma iştahıyla toplumun bağrından uzaklaşır. O’nu bu bağıra yakın tutacak olan partinin en sıradan üyesinden başlayarak, örgütlerdeki temsilcilerinin dinamik politika üretmesine ve üretilen bu politikaların parti tavanına ulaşmasına izin vermez. Olsa olsa ancak parti liderinin yukardan aşağıya gelecek direktiflerini beklemelidir parti üyeleri.

Bu gerçeklik bir süre sonra milletvekilinden, il, ilçe, belde başkanına ve yönetim kurulları üyelerine kadar açık ve net bir mesaja dönüşür. Artık parti içinde, hatta siyasette kalmanın ön koşuludur bu. Haliyle parti alt kadroları bir toplumsal sorunun varlığını işaret etmek ya da parti üst yönetimine o sorunun farklı bir takım yollarla da çözülebileceğini göstermek istemez. Olası bir aykırılığında karşına “parti disiplin kurulu”nun çıkması olasılığı güçlüdür. Aslında bunu “lidere itaati sağlama kurulu” olarak algılamak gerekir. Önce bir kulak çekme operasyonu yaşanır. Bu yetmezse ihraç devreye girer. Ve parti içine net mesaj verir: Susun ve itaat edin.

AKP Milletvekilleri Mahmut Koçak ve Fuat Geçen örneğinde olduğu gibi kulak çekilmekle mesaj alınmazsa gereken yapılır.

Ayşe Böhürler ne dedi: Aşırı milliyetçiliğe kaçıyorsunuz. Erdoğan ne yaptı: Sözleriniz çok çirkin, dedi. Yani kulak çekti ve ilk mesajı verdi. Böhürler, MKYK üyesi olduğu halde özgürce düşüncelerini açıklamayı sürdürüse biliyor ki, sonunda partiden ihraç var. Eğer doğrudan ihraç olmazsa artık farkına varır ki, yeniden parti yönetimine giremeyecek, bir daha milletvekili olma şansını kaybedecek.

Lideri eleştirenin siyaseten etkin üyesi olması, ülkesiyle ilgili uzun süredir çalışıyor olması, parti üyeleri ya da yurttaşlarla sürekli bir araya gelmesi ve kafa yorması önemli değildir. Liderin fikri sabitini zorladığı için artık şansı yoktur.

Oysa lider, demokrasi süreçlerinin sonunda lider olsaydı bu durum farklı olabilirdi. Eleştirmeyi de, eleştirilmeyi de sindirebilir, hatta eleştirilerden yararlanma erdemini ve olgunluğunu gösterebilirdi.

Haliyle, bugün Türk siyaseti tıkanmışsa bu tıkanıklığın önemli noktalarından birisi siyaseti algılama ve inşaa etmekteki bu temel yanlışlıktır. Parti ve toplum için lider önemli bir siyasal figür olmakla birlikte, lideri organik süreçlerin doğurması ve yaşatması gerekir. Aksi halde Deniz Baykal örneğinde olduğu gibi liderle halk arasında asabiyesi yüksek ve halka rağmen siyaset üretme mekanizması ortaya çıkar.

O halde, yeni bir siyaset oluşacaksa bu siyasetin, yeni bir siyasetçiyi, yeni bir siyasal organizasyonu meşru bir zeminde yeniden yaratması gerekir. Asla iktidar hırsıyla yanıp tutuşmadan, asla her sorunun çözümü için iktidar vuslatına ermeyi beklemeden, ama mutlaka gündelik hayatta halkla iç içe, her daim yurttaşların yanında, mahallelerinde, köylerinde, kentlerinde, her yerde onların sorunlarıyla ilgilenerek siyaset yeniden yeniden yaratılmalıdır.

Hiç yorum yok: